9 Kasım 2016 Çarşamba

SANATÇILARA BÜYÜK 'VEFA'SIZLIK

''Sorsan Vefalı Yalova'' başlıklı haberimizin üzerinden tam 1 yıl geçmesine rağmen, sanatçıların isimleriyle süslenen muhit; kan ağlamaya devam ediyor. Gazi Osman Paşa Mahallesinin Kazım Patıl Caddesinde, değerli sanatçıların isimlerinin sokaklara verilmesi; başta mahalle sakinleri tarafından sevinç yaratsa da, son aylarda bu sevincin hüsrana dönüşmesi dikkatlerden kaçmadı.


Barış Manço Sokağının hala bir yolu yok ve çamurdan yürünmez halde. Kemal Sunal Sokağına bakan Balaban Deresi ıslah edilmemiş durumda; mikrop saçmaya devam ediyor. Adile Naşit Sokağının aydınlatma direkleri ve çöp konteynerleri hala yetersiz. Bu kıymetli sanatçıların isimleri tabelaları süslese de, mezarlarında kemikleri sızlıyordur. 

Yeni yapılaşmanın arttığı bu muhit madem belediye tarafından atıl bırakılacaktı, o halde neden sanatçıların isimleri kullanılarak reklam yapıldı?

Yaptığım bir araştırmada, sanatçıların isimlerini taşıyan başka ilçelerdeki sokakların; göz kamaştırıcı olduğunu gördüm. Örneğin Buca'da bulunan Barış Manço Sokağı; kültür kokan elit bir semt haline getirilmiş. Maltepe'nin Barış Manço Sokağında ise; parklarla taçlandırılmış örnek belediyecilik çalışmaları bulunuyor. Beylikdüzü'nde yer alan Barış Manço Sokağının da; ana arterleri bağlayan önemli bir noktanın ismini yaşattığı şüphesiz. Kadıköy Moda'da yer alan müze bölgesini yazmıyorum bile... 

Yalova Gazi Osman Paşa Mahallesinde bulunan Barış Manço Sokağında ise; insanlar ayakkabılarına poşet bağlayarak çamurlu yolları aşmaya çalışıyor. Yalova'nın göbeğinde; ''Köpek bağlasalar durmaz'' deyiminin kullanılacağı bir sokağa, utanmadan Barış Manço ismini veren belediyeyi şiddetle kınıyorum.   

Usta sanatçı Kemal Sunal'ın ve Adile Naşit'in de isimlerinin yaşatıldığı farklı semtleri incelediğimde, yine benzer örneklerle karşılaştım. İlçelerin en göz alıcı ve bakımlı sokakları olarak dikkatleri üzerine çeken muhitler; belediye başkanlarına minneti doğuruyor. Fakat Yalova'nın göbeğinde bulunan bu sokakların sakinleri; bakımsızlıktan ve belediye başkanının ilgisizliğinden şikayetçi...


Ölülere saygı; sadece isimlerini tabelalara yazmakla bitmiyor. 
Ölülere saygı; yalnızca dini bayramlarda mezarlıklarda Kuran'ı Kerim okutmakla olmuyor.
Ölülere saygı; onları ziyarete gelenlere şerbet yada lokum dağıtmakla bitmiyor.
Ölülere saygı; sadece heykellerini meydanlara dikmekle olmuyor.
Ölülere saygı; arkalarından fatiha okumakla da bitmiyor.
Ölülere saygı; yalnızca cenazelere çelenk göndermekle olmuyor.
Ölülere saygı; resimlerini yada dövmelerini ticaret malzemesi olarak kullanmakla bitmiyor.

Saygıyı sırf reklam olsun diye yapacaksanız; yapmayın. Bırakın ebedi istirahatlerinde rahat uyusunlar!!


4 Ağustos 2016 Perşembe

BİR KÜÇÜK AŞK HİKAYESİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; lise sona geçen 17 yaşında bir kız vardı. Çocuk gelişimi ve eğitimi okuyan bu kız, ortalaması yüksek olduğu için anaokulu stajını; ücret veren bir kolejde yapmaya hak kazandı. Genç kız; staj döneminde para kazanacağı için kendini şanslı, o okulda staj yapmanın kariyerine olan artılarını düşününce de, talihli görüyordu. 


Haftanın üç günü staja giden genç kız, bölümünü sevdiği için çok çalışıyor; eğitim aldığı öğretmenlerini mahcup etmemek için gerçek bir öğretmen gibi çaba sarf ediyordu. Aynı zamanda staja sivil kıyafetlerle gittiğinden dolayı; lise öğrencisi olduğuna kimse inanmıyor, anaokulu çalışmaları dışında da kolejin öğretmeni olarak, çeşitli etkinliklerde görevlendiriliyordu.


Çalışkanlığının yanı sıra; uzun boyu, zarifliği ve ağırbaşlılığı ile; bir çok kişinin hayranlığını kazanan kız, eğitim hayatının ilk senesi olan bir öğretmen tarafından da hayranlıkla takip ediliyordu. Ama bu öğretmen gözlerine hapsolduğu genç kıza, asla açılma cesaretini gösteremedi. İzlendiğini fark eden kız ise;  efendiliği ile gönlünü çelen bu öğretmene, staj dönemi boyunca sadece uzaktan baktı. Konuşmadan ve buluşmadan aylarca sadece içinden sevdiler birbirlerini. Genç kız, staj günleri dışında da bahane buldukça koleje gitmeye, genç öğretmen ise; işi düşmediği halde sıkça anaokuluna uğramaya çalışıyordu. Tenefüslerde bakışan, okul giriş ve çıkışlarında sadece selamlaşarak 8 ayı geride bırakan aşıklar; okulların tatil olmasıyla birlikte ayrıldı.


Günler geçti, aylar bitti, yaz tatili nihayete erdi; fakat genç kız öğretmeni unutamıyor, aylarca içinde büyüttüğü sevgiyi onunla paylaşmak istiyordu. Cep telefonlarının yaygın olmadığı, internete neredeyse sadece kafelerde girildiği 2001 senesinde; tek iletişim aracı olarak sabit telefonlar kullanılıyordu. Genç kız sonunda bütün cesaretini toplayarak koleji aradı, bir not ve çalıştığı yeni iş yerinin numarasını bıraktı. 


Öğretmen, 24 saat geçmeden genç kıza dönüş yaptı ve aylardır bekledikleri ilk randevunun buluşmasını gerçekleştirdiler. Beraber kahvaltı yaptılar ve birbirlerini nasıl fark ettiklerini, bakışmalarda yakaladıkları sevginin ne denli kuvvetli olduğunu paylaştılar. Bazende hiç konuşmadan sadece gülümsediler birbirlerine. El ele tutuşmaya bile kıyamadılar ve bir sonraki buluşma için sözleşerek ayrıldılar.


Vakti gelen ikinci buluşma da; öğretmen çok üzgün ve ağlamaklıydı. Sevdiğine; çalıştığı kurumun onu başka bir bayanla evlendirmek istediğini, artık görüşmelerinin imkansız olduğunu anlatıyordu. Kız ise şaşkın bir vaziyette öğretmeni dinliyor, iş yerinde ki insanların özel hayata neden müdahale etme gereği duyduklarını sorguluyordu. Öğretmen, görev yaptığı okulun ''Hizmet Hareketi'' adı altında bir cemaate bağlı olduğunu ve cemaatteki kişilerin sadece cemaatten bir bayla evlenmesinin mümkün olduğunu açıklıyordu. Gözleri dolan genç kız, inancına ve kararına saygı duyduğunu belirterek, ağlaya ağlaya öğretmenin yanından uzaklaştı.


Ama yüreğine taş basmadı... Şimdi kızın aklında tek bir plan vardı; cemaate katılacak ve kalbini çalan öğretmenle mutlu bir yuva kuracaktı. Genç kız kendini, bazı aracıların yardımıyla; Said Nursi'nin fikirlerine dayanan, Nur cemaati altında ki gruplardan biri olan, kendilerine Hizmet Hareketi diyen, abiler ve ablalar hiyerarşisiyle derecelendirilen, Fetullah Gülen önderliğindeki cemaatin ilk sohbetinde buldu. Güler yüzlü ablaların Allah ve iman aşkını anlattığı, Risale-i Nur'un okunduğu ve tevsirlerin yapıldığı bu sohbetin sonu; yurtta okutulan öğrencilere bağış toplanmasıyla noktalandı. 


Bir kaç sohbete daha katılan genç kız, artık daha az ders işlendiğini ve sürekli burslu öğrenciler için; kutular gezdirilerek para toplandığına şahit oldu. Ve bu durumdan rahatsız olması, cemaat içinde başka oyunlar döndüğünü fark etmesi, uzun sürmedi. 


Fetullahçı cemaat, sohbete gelenleri zorla dergi ve gazete gibi yayın organlarına üye yapıyordu. Fitre ve zekatlarının cemaate verilmesi hususunda beyin yıkıyor, kurban derilerinin sadece kendi vakıflarına bırakılmasını istiyordu. Yeni üye olanların, ilk maaşlarını cemaat okullarına vermeleri için zorluyor, iş adamlarının bağış yapmalarını sağlamak için ise; mahalle baskısı uyguluyorlardı. Bu cemaatin abi ve ablaları, sürekli ev ziyaretleri yaparak kendi özel okullarına öğrenci çekiyor, özel okula yollayamayacak durumda olanları ise; dershanelerine kayıt yaptırmaları noktasında örgütlüyordu. Hizmet hareketi altında kendi okulları bünyesinde öğretmen atamaları yapıyor, islamı kullanarak sızıntı şeklinde insanların içlerine giriyorlardı. Cemaat yemini eden, Fetullah Gülen'in yolundan ayrılmayacaklarına inandıkları gençlere; kpss ve Öss sorularını dağıtıyor, dindar olmanın yanı sıra diplomalı üyeler yetiştiriyorlardı. Hangi partiye oy vereceklerine bile cemaat liderleri karar veriyor, doğal olarak; bu üyeleri, dağılmamaları amacıyla birbirleriyle evlendiriyorlardı....


Genç kız bu kuralların yarısına gözleriyle şahit olsa da, diğer yarısının gerçek olduğuna 15 Temmuz 2016 senesinde inanacaktı. Fetullahçı bu sapkın topluluğun kendine göre olmadığı anlayıp, arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Aşık olduğu öğretmeni ise; cemaat abileri çoktan başkasıyla evlendirmişti.....


20 Nisan 2016 Çarşamba

HURDACI GİREMEZ !!!

Neredeyse her köyün girişinde görmeye alışık olduğumuz ''Hurdacı Giremez'' tabelasının sebebini araştırmaya başlamışken; garip bir ironi ile karşılaştım. Bırakın köyleri, Yalova il sınırına ''Hurdacı Girebilir'' levhası astırsak; kimsenin işi olmaz bu şehirle.

Yalova'da ki bir çok köyün girişinde rastladığımız ''Seyyar Satıcı ve Hurdacı Giremez'' uyarılarının amacı; megafonlarla yapılan gürültü kirliliğini engellemek, hurdacılık bahanesiyle oluşan hırsızlık girişimlerini önlemek, dilencilerin huzuru bozmaması amacıyla; köylere yabancı insanların girişini durdurmak, tertip ve düzeni muhafaza etmektir. Bir çok köy muhtarı bu tabelalar sayesinde; hırsızlık vakalarının azaldığını ve köylerde refahın sağlandığını ifade ederken, kentliler bu huzurun şehirlerde bulunamamasından şikayetçi.

Sebebine gelince; Yalova'ya şehir demeye artık bin şahit gerek. Ağaç katliamı ve açılış tarihinin yarattığı kafa karışıklığından sonra kavuştuğumuz Köprülü Kavşak Projesinin çevre düzenlemesi; hala tamamlanamadı. 15 Ocak'ta başlanacak denilen peyzaj çalışmalarına ise yetkililer hala fransız kalmış durumda. Araç sürücüleri için keskin dönüşlere sebep olan son dakika uyarıları, şimdilik ölümlü kazalara sebep olmazken; yaya geçişlerinin ne feci durumda olduğuna değinmiyorum bile. Bebek arabasıyla dört yoldan karşıya geçmek için çabalayan kadınları mı yazayım, yoksa okullarına yaya giden dalgın gençlerin tehlikeli hareketlerini mi? Yaşları itibariyle üst geçide çıkamayan bastonlu amcaları mı yazayım, yoksa karşıya geçmek için yön bulamayan yabancıları mı?

Çevre düzenlenme çalışmalarının hızlanması için; birilerinin ölmesi şart mı? Gerçi Yalova'da ölmek için dört yolu kullanmanıza da gerek yok. Sokakta, bebek arabanızla yürürken bir tırın altında kalabilir, rahmetli Seçil İnce gibi hayata veda edebilirsiniz. Yada Çınarcıklı Ayaz bebek gibi; korkuluğu olmayan bir dereye düşebilir, boğularak hayatınızı kaybedebilirsiniz...

Ama yerel medyaya o kadar ''önemli'' haberler servis ediliyor ki; yasımızı tutup, protesto bile yapamıyoruz. Örneğin; Kurtuluş Sokağa yapılan baskılı asfalt çalışması. ''Yalova'da İlk'' manşetiyle servis edilen projeyi bizde beğendik, ama sanatçıların isimleriyle süslenen muhit bile kan ağlarken; merkeze uygulanan bu yap-boz uygulamaları niye? Adile Naşit Sokağının ne aydınlatma direkleri var, ne çöp konteynerleri. Kemal Sunal Sokağına bakan Balaban deresi, koku ve pislik yüzünden insanların midesini bulandırıyor. Barış Manço Sokağının bir yolu bile yokken, Belediye Başkanı hala; ''Kurtuluş Sokağındaki asfalt çalışmasının, aydınlatma ve boyama çalışmalarıyla görselliğini arttıracağız''diyor.

Peki nezihliği ile Yalova'nın 1 numaralı mahallesi olarak, gözdeliğini yitiren Bahçelievler Mahallesine ne demeli? Suriyeli mültecilerin yerleşmesiyle birlikte, hırsızlık ve taşkınlık olaylarının arttığını dile getiren mahalleli; eski elit günlerinin kayboluşundan şikayetçi. Çarşıda oturan insanlar ise; apartmanlarının önüne araç park edememekten, park ettikleri taktirde ise; park parası ödemekten yana dertli.

Yalova'yı görmeye gelen ziyaretçilerin eleştirilerine nasıl cevap vermeli? Geçtiğimiz günlerde Deprem Anıtı'nı gezerken ben utandım. Umumi tuvalet halini alan sergi bölümü; mikrop yuvasına dönmüş durumda. Depremde yitip giden canların kemikleri sızlarken, Belediye bütçesini; haritada yerini dahi bilmediğimiz kardeş şehir ziyaretlerine harcıyor. İnsanları taciz eden dilencilerin önüne geçmek yerine; parkomat elemanlarını arttırıyor. Çöp kutularını arttırmak yerine; çöpe sebebiyet veren, dergi ve broşür gibi kağıt parçalarına dünyanın masrafını yapıyor. Şehir içine yeni yol güzergahları bulmak yerine, bazı sokakları araç trafiğine kapatıyor. Halk Eğitim Merkezinde Suriyeli vatandaşlara Türkçe kursu vermek yerine, Türklere Arapça kursu veriyor.

Velhasıl ''Hurdacı Giremez'' levhalarıyla köylerini koruma altına alan muhtarlar kadar ilgilenmiyor bizimle yöneticiler. Koltuklarından kalkıp sahaya inebilseler, Yalova'da ziyadesiyle sıkıntı olan meseleleri çözebilecekler.

16 Mart 2016 Çarşamba

HASTALARIN DOĞRU BİLDİĞİ YANLIŞLAR

-Rahatsızlığınız için gideceğiniz polikliniğe MHRS yada 182'den randevu almanız, hem muayene sıranızın garantide olmasını sağlar, hem de olası iptallerde haberdar edilmenizi. Bu yüzden görevlilere yanlış telefon numarası bırakmayınız.


-Gerçekten acil müdahale gerektiren bir hastalığa sahipseniz, Acil Polikliniğine başvurmanız size zaman kazandırır. Bunu reddedip ilgili poliklinikte muayene olmak istiyorsanız; ''Ben acilim'' diye yaygara yapmak, size öncelik kazandırmaz.


-Hastanelerde; engellilere, 65 yaş üstü hastalara, şehit ve gazi yakınlarına, hamilelere, 7 yaş altı çocuklara, adli ve sağlık kurulu hastalarına öncelik vardır. Fakat hastaların %90'ının bu kategorilerden birine sahip olduğunu düşünürsek; herkesin önceliği var demektir. Bu durumda; sabırla sıranızı beklemek aleyhinize olacaktır.


-Poliklinik saatinin 16:00'da bitiyor olması, 15:55'de muayene olabileceğiniz anlamına gelmez. Bu sebeple; sıra almak için erken saatleri tercih ediniz.


-Hastalığınıza hangi bölümün bakacağını bilmiyorsanız, ilgili bankoya danışmalısınız. Örneğin; Kalp rahatsızlıklarına Kalp Damar Cerrahisi değil Kardijoloji bakar. Baş ağrısına da Beyin ve Sinir Cerrahisi değil, Nöroloji bakar.


-Hastanelerde Cildiye bölümü Dermatoloji, İç hastalıkları bölümü ise Dahiliye olarak geçer.


-Polikliniğinin önü tıklım tıklım olan doktor, en çok talep gören ve iyi doktor anlamına gelmez. Yoğunluğunun sebebi; o hafta heyetçi olmasından kaynaklanabilir.


-Polikliniğinin önü boş olan doktor ise; en az tercih edilen ve kötü doktor anlamına gelmez. O hafta icapçı hekim olduğu için; fazla hasta kabul etmiyor olabilir.


-Hastanelerde görevli olan Psikolog yada Diyetisyenler Tıp Fakültesi mezunu değiller. Bu yüzden onlara ''Doktor bey'' yada ''Doktor hanım'' şeklinde hitap etmenize gerek yok.


-Tomografi, MR yada EMG sonucunuzun çıktığı gün, doktorunuzun ameliyat yada izin günü olabilir. Bu sebeple sonuç göstermek için de randevu almak, doktorunuzun hastanede olduğunu garanti eder. 


-''Sadece bir şey soracağım, sadece imza attıracağım, sadece sonuç göstereceğim yada sadece rapor alacağım'' diyerek öncelik istemek, sırasını bekleyen diğer hastalara saygısızlık olacaktır. Sonuçta poliklinik kapısından giren herkes muayene kategorisindedir.


-Çalışma saatleri içinde muayenehanesinde bulunmayan doktor, yatan hastasını görmeye gitmiş yada acilden çağırılmış olabilir. Bu yüzden ''Doktor nerede'' diye sekretere bağırmak yerine, empati kurunuz.


-Dünya üzerinde hastalık geçiren tek varlık gibi davranmak, sizi sadece komik duruma düşürür. Hastaneye gelen diğer insanların da sizin gibi şifa bulmak için koridorları işgal ettiklerini, çalışanların ise; size yardımcı olmak için görevli olduklarını unutmadan hareket ediniz. 

GÜLHASAN

Yıllardır 'geçici koruma' statüsü ile vatanımızda misafir ettiğimiz mülteciler yüzünden; Türk halkı 2'ye bölünmüş durumda. Bir ...