25 Nisan 2018 Çarşamba

GÜLHASAN

Yıllardır 'geçici koruma' statüsü ile vatanımızda misafir ettiğimiz mülteciler yüzünden; Türk halkı 2'ye bölünmüş durumda. Bir kısmı; enayi yerine koyulup ülke ekonomisinden onlara harcanan payın haksızlığından şikayetçi, bir kısmı ise; empati yaparak, geleceği belirsiz bu vatansızlara yardım elçisi. 


Benim bugün ki yazım ise; sapla samanı karıştırmamak, kurunun yanında yaşı da yakmamak adına; kaleme alınan bir mülteci hikayesi... 


Memleketinde; Türk askerleri PKK, PYD ve YPG'ye karşı savaşırken, Termal'de piknik yapan bir Suriyeli değil Gülhasan. Kurşunlar altında yaşayan babasına, alın teriyle çalışarak ekmek parası gönderen Afgan mültecisi bir adam.


Tanrı misafiri olarak ağırlandığı ülkede; taşkınlık yapan, kavga çıkaran, karıya kıza sarkarak karakolluk olan, hatta haberlere konu olan bir Suriyeli değil Gülhasan. Memleket hasretiyle içi kavrulsa da, yabancı ellerde hayata tutunmaya çalışan bir adam.


Eşi ve çocuklarını terk edip Yalova'ya yerleşen, Kipa'da tanıştığı kadınla beraber yaşamaya başlayan, 5. çocuğunu da Türkiye'de dünyaya getiren bir Suriyeli değil Gülhasan. Annesi vefat edince psikolojisi bozulan, aylarca psikiyatri polikliniğinde tedavi alan; yalnız bir Afgan adam.


İnsanlara kendini acındırarak; zorla para koparmaya çalışan, Suriyeli bir dilenci değil Gülhasan. Balıkçılar'da küllük boşaltmakla başladığı işini komiliğe taşıyan, ardından; garsonluğa yükselen bir adam.


Mülteci olarak geldiği Yalova'da sadece arapça konuşan, Türkleri zaman zaman ingilizce bilmemekle küçümseyen bir Suriyeli değil Gülhasan. 4 yıldır sığındığı toprakların dilini, mağdur olmamak için öğrenen; su gibi türkçe konuşan, Afgan bir adam.


Beşşar Esad karşıtlarıyla mücadele etmek yerine; doğduğu vatanı terk edip, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunan bir Suriyeli değil Gülhasan. Eğitimini yarıda bırakarak vatanımızda misafir olan, 24 yaşında bir adam.


Afrin'de Türk askerleri şehit olurken, Yalova'da denize karşı nargile içip eğlenen bir Suriyeli değil Gülhasan.  Canlı bombaların arasında yaşayan 4 kardeşine harçlık gönderebilmek için; ayakta durmaya çalışan Afgan mültecisi bir adam.


Cumhuriyet nesilleri "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" anlayışı ile yetişti. O yüzden mültecileri asla anlamlandıramayacağımız netleşti. 


Yaşayacağımız bir muharebe karşısında ne sığınacak başka bir toprağa gideriz, ne de bizi misafir edecek dost ülkelerle karşılaşabiliriz. Bu sebeple, vatanımız kıymetini bilelim ve koruma sağladığımız mültecilerin bir an önce, barış içinde ülkelerine dönebilmeleri için dua edelim...

13 Aralık 2017 Çarşamba

ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAK ŞEYLER LİSTESİ



Yürekten istediğimiz, kalbimizde büyüttüğümüz, aklımızda canlandırdığımız ve olmasını özlemle beklediğimiz her şeye; hayal deriz. Hayallerimizi gerçekleştirmek için yaşar, para biriktirir, emek verir, zaman harcar ve çaba gösteririz. Kimisi daha iyi bir araba almak için kredi ödemeye adar kendini, kimisi evlatlarının geleceği için yatırım yapmaya. Kimisi günübirlik eğlencelere verir kendini, kimisi kariyer yapmak için okumaya, yüksek lisans yapmaya.


Ben ise kendimi; 'Ölmeden Önce Yapılacak Şeyler Listem'i tamamlamaya verdim. Hayallerimi yavaş yavaş gerçekleştirdiğimi farkedince, bunu bir dizelge haline getirmeye ve sosyal medya hesabımda paylaşmaya karar verdim. Beni takip eden arkadaşlarımın ısrarları üzerine de; bugün ki yazımı 'Ölmeden Önce Yapılacak Şeyler Listem'e atfettim.


İlk hayalim Vasilis Katedralini görmekti. Muhafazakar yapıdaki bir insanın umreye gitmeyi düşlemek yerine, neden böyle bir yeri görmek istediğini sorgulayabilirsiniz. Çünkü benim lakabım 'vasilis' idi, vasilis aşa vasilis yukarı; çocukluğum bu isimle çağırılarak geçti. Ve günü geldi, Allah nasip etti; Moskova'da bulunan Katedrali görmeyi. Sonra yaralı köprüye aşık oldum. Osmanlı mimarisinin en güzel örneği olan, Bosna Hersek'te bulunan; Mostar Köprüsü'ne aşık oldum. 'Oraya da gitmeliyim' dedim ve göz yaşlarımı kaldırım taşlarına dökerek, tüylerim diken diken olarak; bir hayalimi daha gerçekleştirdim.


Düşlerimin hayata geçtiğini gördükçe, daha fazla plan yapmaya ve para biriktirmeye başladım. Eski montumla gezdim, patlak ayakkabımla dolaştım, latte yerine çay içtim; ama hayallerimden vazgeçmedim.


Kedici bir insan olarak; 'Bir gün kedilerin atasıyla tanışacağım' dedim. Sadece rüyamda görürüm dediğim bir şeyi daha hayata geçirerek; Taylant'da kaplan sevdim, resim çekildim. Hınkal aşığı bir insan olarakta Gürcistan'a gittim. O muazzam lezzeti, kendi topraklarında yeme fırsatını yakalayarak; kendimi şanslı hissettim.


'Ölmeden Önce Yapılacak Şeyler Listemi' tamamlamaya çalışırken; anılarıma farklı deneyimler hapsettim. Herkes gibi uçmayı hayal ettim. Hem yamaç paraşütü hem de deniz paraşütü yaparak; ayaklarımı yerden kestim... Yeri geldi, ata bindim. Bu eylemin de çıtasını yükseltmeye karar vererek; fil ve deve safarisiyle, dizelgemde ki bir kaç maddeyi daha sildim.


Kan bağışı yaptım, hayvan hakları yürüyüşünde döviz taşıdım, yardım derneklerinde gönüllü çalıştım. Kaan Tangöze'yle tanıştım, kufiyye takıp dolaştım, havyarın tadına baktım. Trabzon'da Sümela Manastırı'na çıktım, İzmir'de boyoz yedim, Kapadokya'da balona bindim. Kadıköy'de kazı kazan oynadım, Üsküp'te strumka içtim, Pattaya'da su festivaline katıldım.


'Ölmeden Önce Yapılacak Şeyler Listem'de yer alan; kimi zaman büyük, kimi zaman küçük hayallerimi hayata geçirdim. Ve Allah nasip ederse listemi tamamlamaya gayret göstereceğim.


Sizde bu yeni yıla, bir liste hazırlayarak girin. İstemek başarmanın yarısıdır derler ya; aklınıza koyduğunuz hedefin yarısını gerçekleştirdiniz farzedin ve vazgeçmeyin.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

ÇİFTLİK'KÖY'DEN İNDİM ŞEHİRE

”Yalova’nın en güzel ilçesi hangisi?” diye sorsalar bana, Yalova’ya yürüyüş mesafesinde olan; Çiftlikköy cevabını verirdim. ”Bayraktepe’sinde kuşbaşı İstanbul’un izlendiği, Mobil’inde eski komşulukların ve bakkal kültürünün kaybedilmediği, deniz kenarında keyifli yürüyüşlerin alışkanlık haline geldiği, sinemasıyla vazgeçilmezi olan meşhur avmye ev sahipliği ettiği, Yalova’nın nezih insanlarının yaşadığı yer” olarak yanıt verirdim. Özellikle 7 milyon liraya mal olan köprülü kavşak projesinin tamamlanmasının ardından; ”güvenilir trafiği ve çalışkan belediyecilik kavramıyla her ilçeye örnek olsun Çiftlikköy” derdim.

Fakat son günlerde, ne zaman sosyal medyada göz gezdirmeye kalksam; Çiftlikköy Belediyesi’ne küfür eden vatandaşların paylaşımlarıyla karşılaşıyorum.

Bir gün oldu, iki gün oldu, üç gün oldu, hatta haftalar geçti susan yok. Kimi habersiz kesilen suların azizliğinden yakınıyor; kimi, öfkeli vatandaşların belediyeyi bastığından söz ediyor. Kimi survivora dönen yolların işkencesini fotoğraflarla paylaşıyor, kimi habersiz kesilen elektrikler yüzünden yaşadıkları mağduriyetleri anlatıyor.

İnsanların sakinleşmesini beklerken, tam tersine şikayetlerin her geçen gün arttığını görüp; ”neler oluyor Çiftlikköy’de” diye araştırmaya başladım. Yalova’da ki hiç bir yerel gazetenin bu konuyu gündeme getirmediğini, hiç bir köşe yazarının bu isyanları ele almadığını gördüm.

Bende Çiftlikköy’ün yerlisi olan bazı arkadaşlarımı arayarak; ilk ağızdan neler olup bittiğini öğrenmek istedim. Çoğu öfkeyle konuya başlayarak, belediyeye hakaretler yağdırdı. Haftalardır sokaklarının çamur içinde olduğunu, ayaklarına poşet bağlayarak yolları arşınladıklarını dile getirdi.

Habersiz yapılan su ve elektrik kesintileri yüzünden kan ağladıklarını; ilçe sakinlerinin protestolarla, defalarca belediyeye şikayet dilekçeleri bıraktıklarını ifade etti.

Kimi kanalizasyon boruları yenileniyor derken, kimi elektrik hatlarının yolun altına alındığından bahsetti. Kimi asfalt çalışması yapıldığını zannederken, kimi de doğalgaz çalışması olduğundan söz etti.

Oysa Çiftlikköy Belediyesi, çeyrek asırdır yenilenmeyen içme suyu şebekelerini değiştiriyor. Yıllardır apartmanların üst katlarına tazyiksiz ulaşan su şebekelerinin çapını genişletiyor. Kayıp kaçak oranını en aza indirmek için, etap etap aylardır hat planları üzerinde çalışıyor. Yazımın başında bahsettiğim ”çalışkan belediyecilik kavramıyla” bir kez daha taktir topluyor.

Çiftlikköylü’lerin bir süre daha isimleriyle bağdaşan ”Köy” sıkıntısı çekecekleri gerçeği şüphesiz olsa da, zahmetsiz rahmet olmaz diyerek; geçmiş olsun diyor, her şeye rağmen vatandaşların şikayetlerini duyurmayı amaçladığımı hatırlatıyorum. Şimdiden yeni içme suyu şebekelerinin Çiftlikköy’e hayırlı olmasını diliyor, çekilen sıkıntıların bitiş sürecine doğru ilerlediğini ekleyerek, yazımı tamamlıyorum.

8 Ocak 2017 Pazar

2016 YILINDAN SAĞ ÇIKAN NESİLE

Bundan tam 1 sene önce; ''Güle güle 2015 Hoş geldin 2016'' manşetleri okuyor, iyi bir yıl geçirme ümidiyle 2015'i uğurluyorduk. Fakat 2016 yılı hiç hoş gelmedi, hoş geçmedi ve hoş gitmiyor. ''Güle güle 2016'' demek yerine küfürler yağdırarak uğurluyoruz bu yılı. 
 
 
Memleket olarak; imtihanlarla dolu, kara bir yıl geçirdik. Bende 2017'den beklentilerimi, hayallerimi ve dualarımı yazarak; def edeceğim bu seneyi...
 
 
2017 yılında insanlar eceliyle vefat etsin
Evlere şehit haberi düşmesin
Kalleşçe bombalama saldırıları olmasın
Vatan hainleri içimizde barınmasın
Devlet büyükleri şiddetle kınamayı bıraksın
 
 
Hizmet aşkıyla darbe girişiminde bulunanlar vatandaşlıktan çıkarılsın
Hicret bahanesiyle yurt dışında sefa süren fetöcüler, memleket hasretiyle kahrolsun
Hain planlar oluşturan başka cemaat ve örgütlere Allah izin vermesin
Vatanımızı koruyan asker ve polisimize de zeval vermesin
 
 
2017 yılında savaşlar bitsin
Dil, din ve ırk gözetmeksizin bütün çocuklar yaşasın ve ölmesin
Artık ege denizinde mülteci cesetleri olmasın
İşgal altındaki ülkelere özgürlük gelsin
Sığınmacılar hayırlısıyla memleketlerine geri dönsün
Göç krizi dursun
Ülkemiz huzur ve refah bulsun
 
 
Tecavüzcü sapıklar hadım edilsin
Hırsızlık yapanların elleri kesilsin
Eşlerini aldatanlar kalp krizi geçirsin
Kul hakkı yiyenler cennete giremesin
Kadın cinayetleri bitsin
 
 
2017 yılında hastalar şifa bulsun
Dertliler deva görsün
Borçlulara eda yağsın
Mazlumların ahı yerde kalmasın
 
 
2016 yılından sağ çıkmayı başaran bir nesil olarak; 
Allah hepimize akıl fikir versin
Geçirdiğimiz bu yıldan ders çıkarmamızı nasip etsin
Birliğimizi bozacak fesatlara fırsat vermesin
Sevgi ve barış dolu günler gelsin...
 

9 Kasım 2016 Çarşamba

SANATÇILARA BÜYÜK 'VEFA'SIZLIK

''Sorsan Vefalı Yalova'' başlıklı haberimizin üzerinden tam 1 yıl geçmesine rağmen, sanatçıların isimleriyle süslenen muhit; kan ağlamaya devam ediyor. Gazi Osman Paşa Mahallesinin Kazım Patıl Caddesinde, değerli sanatçıların isimlerinin sokaklara verilmesi; başta mahalle sakinleri tarafından sevinç yaratsa da, son aylarda bu sevincin hüsrana dönüşmesi dikkatlerden kaçmadı.


Barış Manço Sokağının hala bir yolu yok ve çamurdan yürünmez halde. Kemal Sunal Sokağına bakan Balaban Deresi ıslah edilmemiş durumda; mikrop saçmaya devam ediyor. Adile Naşit Sokağının aydınlatma direkleri ve çöp konteynerleri hala yetersiz. Bu kıymetli sanatçıların isimleri tabelaları süslese de, mezarlarında kemikleri sızlıyordur. 

Yeni yapılaşmanın arttığı bu muhit madem belediye tarafından atıl bırakılacaktı, o halde neden sanatçıların isimleri kullanılarak reklam yapıldı?

Yaptığım bir araştırmada, sanatçıların isimlerini taşıyan başka ilçelerdeki sokakların; göz kamaştırıcı olduğunu gördüm. Örneğin Buca'da bulunan Barış Manço Sokağı; kültür kokan elit bir semt haline getirilmiş. Maltepe'nin Barış Manço Sokağında ise; parklarla taçlandırılmış örnek belediyecilik çalışmaları bulunuyor. Beylikdüzü'nde yer alan Barış Manço Sokağının da; ana arterleri bağlayan önemli bir noktanın ismini yaşattığı şüphesiz. Kadıköy Moda'da yer alan müze bölgesini yazmıyorum bile... 

Yalova Gazi Osman Paşa Mahallesinde bulunan Barış Manço Sokağında ise; insanlar ayakkabılarına poşet bağlayarak çamurlu yolları aşmaya çalışıyor. Yalova'nın göbeğinde; ''Köpek bağlasalar durmaz'' deyiminin kullanılacağı bir sokağa, utanmadan Barış Manço ismini veren belediyeyi şiddetle kınıyorum.   

Usta sanatçı Kemal Sunal'ın ve Adile Naşit'in de isimlerinin yaşatıldığı farklı semtleri incelediğimde, yine benzer örneklerle karşılaştım. İlçelerin en göz alıcı ve bakımlı sokakları olarak dikkatleri üzerine çeken muhitler; belediye başkanlarına minneti doğuruyor. Fakat Yalova'nın göbeğinde bulunan bu sokakların sakinleri; bakımsızlıktan ve belediye başkanının ilgisizliğinden şikayetçi...


Ölülere saygı; sadece isimlerini tabelalara yazmakla bitmiyor. 
Ölülere saygı; yalnızca dini bayramlarda mezarlıklarda Kuran'ı Kerim okutmakla olmuyor.
Ölülere saygı; onları ziyarete gelenlere şerbet yada lokum dağıtmakla bitmiyor.
Ölülere saygı; sadece heykellerini meydanlara dikmekle olmuyor.
Ölülere saygı; arkalarından fatiha okumakla da bitmiyor.
Ölülere saygı; yalnızca cenazelere çelenk göndermekle olmuyor.
Ölülere saygı; resimlerini yada dövmelerini ticaret malzemesi olarak kullanmakla bitmiyor.

Saygıyı sırf reklam olsun diye yapacaksanız; yapmayın. Bırakın ebedi istirahatlerinde rahat uyusunlar!!


4 Ağustos 2016 Perşembe

BİR KÜÇÜK AŞK HİKAYESİ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; lise sona geçen 17 yaşında bir kız vardı. Çocuk gelişimi ve eğitimi okuyan bu kız, ortalaması yüksek olduğu için anaokulu stajını; ücret veren bir kolejde yapmaya hak kazandı. Genç kız; staj döneminde para kazanacağı için kendini şanslı, o okulda staj yapmanın kariyerine olan artılarını düşününce de, talihli görüyordu. 


Haftanın üç günü staja giden genç kız, bölümünü sevdiği için çok çalışıyor; eğitim aldığı öğretmenlerini mahcup etmemek için gerçek bir öğretmen gibi çaba sarf ediyordu. Aynı zamanda staja sivil kıyafetlerle gittiğinden dolayı; lise öğrencisi olduğuna kimse inanmıyor, anaokulu çalışmaları dışında da kolejin öğretmeni olarak, çeşitli etkinliklerde görevlendiriliyordu.


Çalışkanlığının yanı sıra; uzun boyu, zarifliği ve ağırbaşlılığı ile; bir çok kişinin hayranlığını kazanan kız, eğitim hayatının ilk senesi olan bir öğretmen tarafından da hayranlıkla takip ediliyordu. Ama bu öğretmen gözlerine hapsolduğu genç kıza, asla açılma cesaretini gösteremedi. İzlendiğini fark eden kız ise;  efendiliği ile gönlünü çelen bu öğretmene, staj dönemi boyunca sadece uzaktan baktı. Konuşmadan ve buluşmadan aylarca sadece içinden sevdiler birbirlerini. Genç kız, staj günleri dışında da bahane buldukça koleje gitmeye, genç öğretmen ise; işi düşmediği halde sıkça anaokuluna uğramaya çalışıyordu. Tenefüslerde bakışan, okul giriş ve çıkışlarında sadece selamlaşarak 8 ayı geride bırakan aşıklar; okulların tatil olmasıyla birlikte ayrıldı.


Günler geçti, aylar bitti, yaz tatili nihayete erdi; fakat genç kız öğretmeni unutamıyor, aylarca içinde büyüttüğü sevgiyi onunla paylaşmak istiyordu. Cep telefonlarının yaygın olmadığı, internete neredeyse sadece kafelerde girildiği 2001 senesinde; tek iletişim aracı olarak sabit telefonlar kullanılıyordu. Genç kız sonunda bütün cesaretini toplayarak koleji aradı, bir not ve çalıştığı yeni iş yerinin numarasını bıraktı. 


Öğretmen, 24 saat geçmeden genç kıza dönüş yaptı ve aylardır bekledikleri ilk randevunun buluşmasını gerçekleştirdiler. Beraber kahvaltı yaptılar ve birbirlerini nasıl fark ettiklerini, bakışmalarda yakaladıkları sevginin ne denli kuvvetli olduğunu paylaştılar. Bazende hiç konuşmadan sadece gülümsediler birbirlerine. El ele tutuşmaya bile kıyamadılar ve bir sonraki buluşma için sözleşerek ayrıldılar.


Vakti gelen ikinci buluşma da; öğretmen çok üzgün ve ağlamaklıydı. Sevdiğine; çalıştığı kurumun onu başka bir bayanla evlendirmek istediğini, artık görüşmelerinin imkansız olduğunu anlatıyordu. Kız ise şaşkın bir vaziyette öğretmeni dinliyor, iş yerinde ki insanların özel hayata neden müdahale etme gereği duyduklarını sorguluyordu. Öğretmen, görev yaptığı okulun ''Hizmet Hareketi'' adı altında bir cemaate bağlı olduğunu ve cemaatteki kişilerin sadece cemaatten bir bayla evlenmesinin mümkün olduğunu açıklıyordu. Gözleri dolan genç kız, inancına ve kararına saygı duyduğunu belirterek, ağlaya ağlaya öğretmenin yanından uzaklaştı.


Ama yüreğine taş basmadı... Şimdi kızın aklında tek bir plan vardı; cemaate katılacak ve kalbini çalan öğretmenle mutlu bir yuva kuracaktı. Genç kız kendini, bazı aracıların yardımıyla; Said Nursi'nin fikirlerine dayanan, Nur cemaati altında ki gruplardan biri olan, kendilerine Hizmet Hareketi diyen, abiler ve ablalar hiyerarşisiyle derecelendirilen, Fetullah Gülen önderliğindeki cemaatin ilk sohbetinde buldu. Güler yüzlü ablaların Allah ve iman aşkını anlattığı, Risale-i Nur'un okunduğu ve tevsirlerin yapıldığı bu sohbetin sonu; yurtta okutulan öğrencilere bağış toplanmasıyla noktalandı. 


Bir kaç sohbete daha katılan genç kız, artık daha az ders işlendiğini ve sürekli burslu öğrenciler için; kutular gezdirilerek para toplandığına şahit oldu. Ve bu durumdan rahatsız olması, cemaat içinde başka oyunlar döndüğünü fark etmesi, uzun sürmedi. 


Fetullahçı cemaat, sohbete gelenleri zorla dergi ve gazete gibi yayın organlarına üye yapıyordu. Fitre ve zekatlarının cemaate verilmesi hususunda beyin yıkıyor, kurban derilerinin sadece kendi vakıflarına bırakılmasını istiyordu. Yeni üye olanların, ilk maaşlarını cemaat okullarına vermeleri için zorluyor, iş adamlarının bağış yapmalarını sağlamak için ise; mahalle baskısı uyguluyorlardı. Bu cemaatin abi ve ablaları, sürekli ev ziyaretleri yaparak kendi özel okullarına öğrenci çekiyor, özel okula yollayamayacak durumda olanları ise; dershanelerine kayıt yaptırmaları noktasında örgütlüyordu. Hizmet hareketi altında kendi okulları bünyesinde öğretmen atamaları yapıyor, islamı kullanarak sızıntı şeklinde insanların içlerine giriyorlardı. Cemaat yemini eden, Fetullah Gülen'in yolundan ayrılmayacaklarına inandıkları gençlere; kpss ve Öss sorularını dağıtıyor, dindar olmanın yanı sıra diplomalı üyeler yetiştiriyorlardı. Hangi partiye oy vereceklerine bile cemaat liderleri karar veriyor, doğal olarak; bu üyeleri, dağılmamaları amacıyla birbirleriyle evlendiriyorlardı....


Genç kız bu kuralların yarısına gözleriyle şahit olsa da, diğer yarısının gerçek olduğuna 15 Temmuz 2016 senesinde inanacaktı. Fetullahçı bu sapkın topluluğun kendine göre olmadığı anlayıp, arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Aşık olduğu öğretmeni ise; cemaat abileri çoktan başkasıyla evlendirmişti.....


20 Nisan 2016 Çarşamba

HURDACI GİREMEZ !!!

Neredeyse her köyün girişinde görmeye alışık olduğumuz ''Hurdacı Giremez'' tabelasının sebebini araştırmaya başlamışken; garip bir ironi ile karşılaştım. Bırakın köyleri, Yalova il sınırına ''Hurdacı Girebilir'' levhası astırsak; kimsenin işi olmaz bu şehirle.

Yalova'da ki bir çok köyün girişinde rastladığımız ''Seyyar Satıcı ve Hurdacı Giremez'' uyarılarının amacı; megafonlarla yapılan gürültü kirliliğini engellemek, hurdacılık bahanesiyle oluşan hırsızlık girişimlerini önlemek, dilencilerin huzuru bozmaması amacıyla; köylere yabancı insanların girişini durdurmak, tertip ve düzeni muhafaza etmektir. Bir çok köy muhtarı bu tabelalar sayesinde; hırsızlık vakalarının azaldığını ve köylerde refahın sağlandığını ifade ederken, kentliler bu huzurun şehirlerde bulunamamasından şikayetçi.

Sebebine gelince; Yalova'ya şehir demeye artık bin şahit gerek. Ağaç katliamı ve açılış tarihinin yarattığı kafa karışıklığından sonra kavuştuğumuz Köprülü Kavşak Projesinin çevre düzenlemesi; hala tamamlanamadı. 15 Ocak'ta başlanacak denilen peyzaj çalışmalarına ise yetkililer hala fransız kalmış durumda. Araç sürücüleri için keskin dönüşlere sebep olan son dakika uyarıları, şimdilik ölümlü kazalara sebep olmazken; yaya geçişlerinin ne feci durumda olduğuna değinmiyorum bile. Bebek arabasıyla dört yoldan karşıya geçmek için çabalayan kadınları mı yazayım, yoksa okullarına yaya giden dalgın gençlerin tehlikeli hareketlerini mi? Yaşları itibariyle üst geçide çıkamayan bastonlu amcaları mı yazayım, yoksa karşıya geçmek için yön bulamayan yabancıları mı?

Çevre düzenlenme çalışmalarının hızlanması için; birilerinin ölmesi şart mı? Gerçi Yalova'da ölmek için dört yolu kullanmanıza da gerek yok. Sokakta, bebek arabanızla yürürken bir tırın altında kalabilir, rahmetli Seçil İnce gibi hayata veda edebilirsiniz. Yada Çınarcıklı Ayaz bebek gibi; korkuluğu olmayan bir dereye düşebilir, boğularak hayatınızı kaybedebilirsiniz...

Ama yerel medyaya o kadar ''önemli'' haberler servis ediliyor ki; yasımızı tutup, protesto bile yapamıyoruz. Örneğin; Kurtuluş Sokağa yapılan baskılı asfalt çalışması. ''Yalova'da İlk'' manşetiyle servis edilen projeyi bizde beğendik, ama sanatçıların isimleriyle süslenen muhit bile kan ağlarken; merkeze uygulanan bu yap-boz uygulamaları niye? Adile Naşit Sokağının ne aydınlatma direkleri var, ne çöp konteynerleri. Kemal Sunal Sokağına bakan Balaban deresi, koku ve pislik yüzünden insanların midesini bulandırıyor. Barış Manço Sokağının bir yolu bile yokken, Belediye Başkanı hala; ''Kurtuluş Sokağındaki asfalt çalışmasının, aydınlatma ve boyama çalışmalarıyla görselliğini arttıracağız''diyor.

Peki nezihliği ile Yalova'nın 1 numaralı mahallesi olarak, gözdeliğini yitiren Bahçelievler Mahallesine ne demeli? Suriyeli mültecilerin yerleşmesiyle birlikte, hırsızlık ve taşkınlık olaylarının arttığını dile getiren mahalleli; eski elit günlerinin kayboluşundan şikayetçi. Çarşıda oturan insanlar ise; apartmanlarının önüne araç park edememekten, park ettikleri taktirde ise; park parası ödemekten yana dertli.

Yalova'yı görmeye gelen ziyaretçilerin eleştirilerine nasıl cevap vermeli? Geçtiğimiz günlerde Deprem Anıtı'nı gezerken ben utandım. Umumi tuvalet halini alan sergi bölümü; mikrop yuvasına dönmüş durumda. Depremde yitip giden canların kemikleri sızlarken, Belediye bütçesini; haritada yerini dahi bilmediğimiz kardeş şehir ziyaretlerine harcıyor. İnsanları taciz eden dilencilerin önüne geçmek yerine; parkomat elemanlarını arttırıyor. Çöp kutularını arttırmak yerine; çöpe sebebiyet veren, dergi ve broşür gibi kağıt parçalarına dünyanın masrafını yapıyor. Şehir içine yeni yol güzergahları bulmak yerine, bazı sokakları araç trafiğine kapatıyor. Halk Eğitim Merkezinde Suriyeli vatandaşlara Türkçe kursu vermek yerine, Türklere Arapça kursu veriyor.

Velhasıl ''Hurdacı Giremez'' levhalarıyla köylerini koruma altına alan muhtarlar kadar ilgilenmiyor bizimle yöneticiler. Koltuklarından kalkıp sahaya inebilseler, Yalova'da ziyadesiyle sıkıntı olan meseleleri çözebilecekler.

GÜLHASAN

Yıllardır 'geçici koruma' statüsü ile vatanımızda misafir ettiğimiz mülteciler yüzünden; Türk halkı 2'ye bölünmüş durumda. Bir ...